Leovinus, basamakları ikişer ikişer çıkarak merdivenin tepesine fırladı. Tek bir düşünce vardı kafasında. Ahir ömrünün büyük aşkı! İhtiyar kalbinin saplantısı! Zeki, tatlı, akıllı, şefkatli, sakin, cana yakın... Titania!
Soluk soluğa gizli bölmeye daldı. Başı dönüyordu. İnsanda Leovinus'unki kadar kocaman bir baş olunca, dönmesini varın siz düşünün. Kusmaya başladı Leovinus. Tam karşısındaki dehşet sahnesine bakmaya dayanamıyor, ama yine de gözünü ondan alamıyordu: Titania, Titaniacığı, sevgili eseri, sevinç kaynağı... paramparça edilmişti. Odanın ortasında öyle yatıyordu, saçları ve kanatları, kusursuz bir çember oluşturarak kuşatıyordu gövdesini. Fakat o güzeller güzeli başı, parçalara ayrılarak şekilsiz bir hale sokulmuştu: Ağzı yırtılmış, gözleri oyulmuş, koparılan burnundan geriye ise içinden mikrodevreler fırlayan anlamsız bir boşluk kalmıştı.