Yirminci yüzyılın en büyük şairlerinden Federico García Lorca, hukuk öğrenimini edebiyat, resim ve müzik uğruna yarıda bırakmıştı. Daha gençliğinde usta bir besteci, yetkin bir yorumcuydu. Arkadaşları arasında "müzisyen" olarak tanınıyordu. Madrid’de ressam Salvador Dali, sinema yönetmeni Luis Buñuel, şair Rafael Alberti gibi kendi kuşağından sanatçılarla dostluklar kuracak, şair Juan Ramón Jiménez gibi kendinden daha yaşlı ünlülerle tanışacaktı. O yıllarda şiirleri daha yayınlanmadan İspanya'daki tüm edebiyat çevrelerine yayılmıştı. "Şiir okunmak içindir, kitaba girdi mi ölür," diyor, şiirlerini ve oyunlarını ortaçağ trubadurları gibi kendisi okuyordu. Yine de, Şiirler Kitabı ve Çingene Romansları’nın yayınlanması Lorca’ya uluslararası bir ün kazandıracaktı. Ölümün gölgesi, Lorca’nın şiirlerinden de, oyunlarından da hiç eksik olmadı. Şiddet ve acı ölüm sanki onun yazgısında vardı. İspanya İç Savaşı’nın patlak verdiği günlerde, Granada’da bir gece, General Franco’ya bağlı faşistler tarafından yargılanmadan kurşuna dizildiğinde otuz sekiz yaşındaydı.