"Ey büyük Montesquieu!
Senin gökyüzündeki ruhunu kutsamaktan ötürü şeref kazanırsam, ne mutlu bana!
Ya siz, ey aklın, gerçeğin sessiz ve kimseyle konuşup görüşmeyen bekçileri!
Size de sevinç ve mutluluk verebilirsem, ne mutlu olurdum! İnsanlık savunucularının sesini duyurmakta etken olan istek ve heyecanı, duyarlı ruhlara üfleyebilsem dünyalar benim olurdu!..
İnsanlığın kutsal haklarını savunan ve yenilmez gerçeğin tarafını tutarak, sesimi yükseltmekle, zulmün ve bazen de aynı derecede tiksinç bilgisizliğin pençesinde çırpınan kara yazgılı kurbanlardan birkaçını çekip kurtarabilirsem, bunlardan sadece bir tek günahsızın duaları ve döktüğü sevinç gözyaşları bile, bütün diğer insanların haksız suçlamalarına ve acı hakaretlerine karşı beni yatıştırır ve avuturdu!"
-Beccaria-
Bir kitap için bunca dedikodu, bunca savaş neden? Ne vardı bu kitabın içinde? Yazarın yirmi yıl üzerinde çalıştığı, o çağa göre bir bilgi kaynağı sayılması gereken kitabı neden bu kadar göze battı? Neden yazar, kitabını yerenlerle, düşüncelerine cephe alanlarla savaşmak, kendisini de kitabını da savunmak zorunda kaldı? Neden asıl eserin neredeyse dörtte biri kadar kalın bir savunma dosyası yazmak zorunda kaldı?
Tarihçilerin Fransız ihtilalini hazırlayanlar arasında çok önemli bir rol oynadığını iddia ettikleri Montesquieu'nün Kanunların Ruhu Üzerine adlı eserini okurken, bu soruların da cevaplarını arayacak ve yazarın durmadan kişilerin eşitliğinden söz ettiğini, hürriyetin insanların en doğal haklarından biri olduğunu, kanun karşısında bütün insanların eşit sayılması gerektiğini ve toplumların ancak bu anlayış sayesinde mutluluğa ulaşabileceklerini ileri sürdüğünü göreceksiniz.
(Tanıtım Bülteninden)